29 Şubat 2012 Çarşamba

Mehmet Atay' ın "Türkler Belgeseli" Sunumu


Ve dediler ki bir gün, binlerce yıl aldı senin yolculuğun
Bir suyun sesi vardı bir de rüzgarın, tarihe tarih denmeden önce
“Ol” dendiğinde çamur kıpırdandı
Balçığa gün vurdu, ışığa çıkmak istedi
Canlı suyu emdi kuru toprağa kök saldı, güneşi emdi göğe dal saldı
Balçıkta kalanlar vardı, ışığı görmek istedi, göz verildi
Işıktan kaçmak istedi, akıl verildi
Aklıyla övündüğü gündü tarihin başladığı gün
Aklını yönetenler o gün bir destan yazdılar
“Türeyiş destanı” dediler adına, yazıları, kitapları yoktu
Çocuk belleklerine yazdılar destanı, ama isimleri vardı
Diline geleni taşa kazımayı öğrendiğinde tarih, ismini de yazdı

Dağ eğildi de üzengi oldu asıldık, çeliği pek tutacak suyumuz vardı
Toynaklarında kıvılcımlı nalları atlarımızın
Sağrılarında çok bilişli ak kızlarımız
Oğlanlarımızla bir oynaştı pusatlarımız
Yanı başımızda Erkurumlu evdeşlerimiz
Kısraklarımızda bir nakışlı eğerlerimiz
Kopuzlarımızda iç çekişli mutyırlarımız
Yol tuttuk, iz sürdük, yurtlandık
Destanın başında Oğuz Kağan’dı adımız
Gün doğumunu sırtlanıp yürüyüverdik, Attila koyduk destanımızın adını

Bumin ve İstemi atalarından birlik öğüdü görmüş Bilge ve Kültigin
Dirlikmiş birliğin ödülü
Ben tanrıdan olma Türk Bilge Hakan,
Sözlerimi iyice işitin
Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum
Ve ilerde gün doğusuna, güneyde gün ortasına
Geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım
Türk milleti için gece uyumadım gündüz oturmadım
Kardeşim Kültiginle ölesiye yitesiye çalıştım, çabaladım
Halkı ateş ve su gibi birbirine düşman etmedim
Çıplak halkı giyimli kıldım, fakir halkı zengin kıldım
Güçlü devleti olandan, güçlü hakanı olandan daha iyi kıldım
Türk milletini düşmansız kıldım
Ey Türk milleti işit;
Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe
Senin devletini ve yasalarını kim bozabilir?!

Çökmedi mavi gök, delinmedi yağız yer
Güneş yaktı toprağı, güneş yaktı suları
İnsan göğe bakındı, insan yere bakındı
Tanrı beni unuttu mu? Tanrı beni unuttu mu?
Bir lokmaya bin ağız açıldı, bir yuduma ölüyorlardı
“Göç, göç” diyen kuşlar uyuyorlarmış, gagaları kanatlarına gömülmüş tekin
Gün beyleri oturdu, danıştılar
Bir susuz kara aygırlarına, bir sütü kesik analarına
Bir meyve vermez ağaçlarına, bir kıraç yere bakındılar
Su isterdiler, tanrının suyundan bir yudum su
Bakır bakışlıydı güneş, demir göz alıyordu
Çocuğun kirpiğinde toz, kadının saçında beyaz
Adamın sakalında güneş sarısı

Rüzgara tuttular yüzlerini
Gözlerini göğe diktiler de öyle yürüdüler
Taşları yalarken gökteydi bakışları
Ala çadırlar azaldı, kor ocaklar azaldı
Kara aygırlar düşüp kaldı, kuru bebeler toprak oldu
Yağmuru bulduklarında uzun bir yoldan gelmişlerdi
Uzun bir savaşa durdular
Yağmurun sahibi vardı, paylaşmıyorlardı

Ben Satuk Buğra Han
El aldım atam Bilge Kül Kadır Handan
Uzun yoldan yağmura geldim, yağmuru düşümde gördüm
Dudaklarıma serin serin değiverdi, alnımı bir aydınlık okşadı
Sordum, kimsin?
“MUHAMMED” deyiverdi, şahadetle nur indi

Yağmuru aldım, paylaştım
Alpdım Alperen oldum, soyuma elverdim, soyuma yasamı verdim
Rüzgarla koştu okları, nefesle yetti atları
Yandım deyene vardılar, yetiş deyene yettiler
Bir denizden bir denize, bir nehirden bir nehire at sürerek çoğaldılar

El aldım Selçuk atamdan, uzun yoldan geldim
Malazgirt’te durdum.
Ben Alparslan Han
Bir kılıcım var belimde, bir kısrağım var altımda
Ve dedilerki bir gün, demir dağı eritip
Anadoluda yeniden kıvılcımlanan ateşi söndürmek istemişler
Kor çeliğe su vermek gerekmiş, çünkü kalkanlar çiçekten örülmemiş

Selçuk atam hediyesi, Ertuğrul babam emaneti
Domaniç yaylağıma gelin, Söğüt kışlağıma gelin
Meğerki saraylar kurdunuz, meğerki şaraplar içtiniz
Meğerki atlaslar giydiniz, kan rengi yüzükler taktınız
Altın kabzalar kuşandınız Anadolu çilesinden
Ki biz, Kayı Beyleri Oğuzun
Anadolu’nun, toprak donumuzu giyeriz, demire su verir, çalarız çeliği mermer otağımıza
Çün; biz var idik, çün biz varız

Ben Ertuğrul oğlu Osman
Anadolu beylerinin beyi Osman… hele gelin
Devleti ebedi müddet
Sonsuza kadar adalet, sonsuza kadar devlet, sonsuza kadar hürriyet, sonsuza kadar millet

Sancağa hilali nakşeden kim, denize karadan yürüyen kim?
Alevi semadan düşüren kim, çağ açıp çağ kapayan
Toy kurup tuğlar diken, fethedip İstanbul’u Osmanlı kılan Türk kılan kim?
Açtığımız kapı bize muştulanmıştır, kilidi kıran ele kutlular olsun
O el nerdedir
O el toplarımızla dövdüğümüz hisarda, hisarın kana boyanmış enkazında
Hala sımsıkı tutar kılıcı, şahadet tebessümü dudaklarına
Armağan olsun elin sahibine, Ulubatlı Hasan’ı veren Anadolu’ya
Çün İstanbul onundur artık
Bu kapıdan yürüsün güneşe, bu kapıdan yürüsün geleceğe
Batıdan doğuya, doğudan batıya
İlmimizle geldik ilmimizle, inancımızla geldik inancımızla
Kanunumuzla geldik kanunumuzla, adımızla geldik adımızla yaşayalım

Atam Oğuzun oğulları durup oturmadı, güneşi sırtlanıp batıya yürüdüler
Serin rüzgarı göğüsleyip, kuzeye yürüdüler, suyun kokusunu alıp güneye yürüdüler
Vedalaştıkları yerde sözcüler bıraktılar, tarihe tanık bekçiler bıraktılar
Dört yöne tanıklar bıraktık
Gün geldi dört yönden kuşatıldık
Can evimizden vurmaktı niyetleri, asırları hafızamızdan silmekti
Şah damarında cenge tutuştuk Osmanlı’nın, tırnağımızla yırtıyorduk boğazımıza uzanan pençeleri
Demir parmakları kırıp suya gömerken tarihe Mustafa Kemal adını yazdık

Atlılar… atlılar hiç uyumadılar, kara kalpaklarını alınlarına düşürdüler
Yolun sonuna baktılar, gördüler
Arkadaşlarını yol üstünde bir ağacın yamacına, kardaşlarını buz tutmuş siperlerde
Çocuklarını öfke yutmuş düşman elinde, analarını iki elleri Allah’a açılmış bıraktılar
Babalarıyla zaten cephede helalleştilerdi
Hiç ağlamadılar, hiç uyumadılar
Bir soğuktan gözleri yaşardı, bir de alevli güneşten
And içmişlerdi
Titrek elleriyle Sevr’e gidip, kelle kurtarmak için imza atanlara
Zavallı canı için ata yurdunu İngiliz’e, Yunan’a, Fransız’a, İtalyan’a peşkeş çekenlere
Utanmadan dönüp gelenlere hesap sormaya and içmişlerdi

Rütbelerini İstanbul’da bıraktılar, artık Mustafa Kemal’in ordusuydular
Türkün ordusuydular…
Değil mi ki son kurşunu kuşaklarına sokup, kurşunu yoksa yabasını sırtlayıp, orağını tırpanını bileyip
Kuvva oldular, artık halkın ordusuydular, Ankara’nın ordusuydular
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ordusuydular
Rütbelerini Başkomutandan aldılar

Ve dediler ki
“Bir gün dönüp geriye baktığında meçhul gölgeler görmeyeceksin. Yol yürünmüş ayak izlerin kalmıştır”
Kurdun gölgesi batıya uzandığında ayağında zincir yüklü soydaşımı anlattım oğluma
Diline pranga vurulmuş ozanların türküsü için hayır diledim
Manas’ı çığırırken niye ağlıyorlar anlattım gücüm yettiğince
Ergenekon niye yasak, bir bir anlattım oralarda
Başkomutanımın özgürlük aşkıyla hatırladım ata topraklarımı
Toprak, Kızıl Elmaya uyandığında dile gelip konuştu
Bir ağaca özsu verdim dedi dallarına sızdırdım
Sızan özün kokusundan tanışasınız diye
Binlerce yıllık birlikte, birkaç günlük ayrılık nedir ki ?
Bir ağacın yaprağı sararıp dökülse de dibine düşer
Bir ağacın yapraklarıyız biz, yazı kışı birlikte yaşadık, birlikte yaşarız

Ve dediler ki köşe başlarındaki pusular güneş altındadır
Yol arkadaşlarından geride kalanlar da olacak, hala ayaklarına dolananlar da
Batıya çıkan yolu yürüyüp gelen sensin, kuzeyde üşüyen, güneyde terleyen sensin
Doğudan yürüyüp gelen de sen değil miydin ?
Geldiğin yolda senin için işaretler var
Şimdi daha hızlı yürümelisin
Yorulana bakıp üzülme, yoluna çıkana bakıp umudunu yitirme
Bugüne kadar her şey yazıldı, şimdi sen yazıyorsun Tarihi
En büyük Türk’le, Atatürk’le yazıyorsun
Ve dedi ki
“Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir”

22 Şubat 2012 Çarşamba

Tanıdık Sesler - Ayhan Kahya




Seslendirme Sanatçısı Ayhan Kahya, Transformers filminde, Optimus Prime, Matrix' de Morpheus ve Akıl Oyunları' nda Parcher gibi pek çok karakterin seslendirmesini yapmıştır. Ayrıca Aynadaki Düşman dizisinin fragmanını seslendirmiştir.

Aynadaki Düşman Tanıtım Metni
29 Ekim 1923 Kurtuluş Savaşı’nın ardından Mustafa Kemal Atatürk küllerinden doğan bir devleti dünyaya ilan etti; Türkiye Cumhuriyeti. Zor geçen yıllardan sonra çok partili demokratik hayata geçişle iktidara gelen Adnan Menderes 1958 yılında Irak, Pakistan ve İngiltere’nin katılımıyla Bağdat Paktı’nı oluşturdu. Yunanistan başbakanı Karamanlis’le Kıbrıs’ta Birleşik Devlet’in niteliği konusunda 5 Şubat 1959′da anlaşmıştı. Menderes çok kritik iki karar almıştı, son toplantı için Cenevre’ye giderken 17 Şubat 1959′da Londra yakınlarında uçağı düştü ve sağ kurtuldu. 1961 yılında 27 Mayıs darbecileri tarafından idam edildiğinde Bağdat Paktı dağılmış, Kıbrıs meselesiyse tekrar çözümsüzlüğe gömülmüştü.

Menderes’in misyonuyla yola çıktığı söylenen AP’nin genel başkanı emekli Org. Ragıp Gümüşbala bir otel odasında ölü bulundu! Adalet Parti’de Demirel’li yıllar başladı. (Kukla) Buraya Dikkat: Menderes ailesinin bütün isimleri şüpheli ölüm ve kazalarla siyaset sahnesinden silindi.
23 Kasım 1970 yılında Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Brüksel anlaşmasını imzaladı. Ankara anlaşmasının devamı niteliğindeki bu adım Avrupa sürecini sağlamlaştırtırmıştı. 12 Mart muhtırasıyla 1971′de hükümeti düşüren darbe süreci olmasaydı, Brüksel anlaşmasına göre Türkiye 22 yıl sonra “Ortak Pazar” yani Avrupa Birliği’ne tam üye olacaktı!

Şiddetin bütün yurda yayıldığı günlerde, 1 Mayıs 1977′de Taksim meydanındaki olaylarda kimliği belirsiz kişilerin açtığı ateşle 36 kişi can verdi.

7 Mayıs 1977′de Bülent Ecevit “Kontrgerilla hareket halindedir. 1 Mayıs’ta parmağı vardır” dedi. 29 Mayıs 1977′de Ecevit İzmir Çiğlide, Türkiye’de sadece 3 tane olduğu belirlenen özel bir silahla yakınındaki polis tarafından suikaste uğramasına rağmen sağ kurtuldu!

24 Mayıs 1978′de Türkiye’de kontrgerillayı ilk kez dava konusu yapan savcı Doğan Öz, Ankara’da öldürüldü.

12 Eylül 1980 darbesi “Şartların olgunlaşmasını bekledik.” diyen Kenan Evren komutasında gerçekleştirildi. Darbeyi yapanların önünde birçok sorun varken darbeden hemen sonra 20 Ekim’de Türkiye vetosunu kaldırarak Yunanistan’ın Nato’ya dönüşüne izin verdi.

Büyük bir değişimin öncülüğüne soyunan Başbakan Turgut Özal, 1988′de genel başkanın belirleneceği olağan kongre sırasında uğradığı suikastten yaralı olarak kurtuldu. Suikastçi yıllar sonra “Herşeyi vatan için yaptım.” diyecekti. 1993′te Orta Asya gezisinden hemen sonra vefat eden Özal’ın ailesi ise yıllar sonra zehirlenerek öldüğü konusundaki şüphelerini açıkladı.

Aynı yıl terör, devlet, mafya ilişkilerine odaklanan ve gizli belgelere ulaştığı söylenen gazeteci Uğur Mumcu bombalı bir suikaste kurban gitti. Olayın faillerinin derin devlet tarafından himaye edildiği iddiaları ortaya atılacak. bir devlet görevlisi “Bu tuğlayı çekersek, duvar üstümüze yıkılır.” itirafında bulunacaktı.
2 Temmuz 1993 yılında 37 kişinin can vermesiyle sonuçlanan Sivas olayları, alevi – sünni gerginliğini alevlendirdi. Bu olaydan tam 3 gün sonra 5 Temmuz 1993′te bu sefer Erzincan’ın sünni Başbağlar köyü kana bulandı ve 29 kişi katledildi. İnançlar üzerinden bir iç savaş provakasyonu yaşanıyordu.
1993′te tam gerçekleştirilemeyen oyun 12 Mart 1995 de Gazi mahallesinde sahneye konulacaktı. Silahların bırakılmasının konuşulduğu günlerde, 33 erin katledilmesiyle, Sabancı suikasti gibi iş dünyasında şüphe uyandıran cinayetlerle Güneydoğu’daki kardeşlik ve bütünlük yanlısı kanaat önderlerini eşi görülmemiş yöntemlerle ortadan kaldıran yeni bir Hizbullah yapılanmasıyla, Türkiye kan kaybetti. Özal’la başlayan dünya aktörü olma rüyası zamansız bir şekilde sona ererken, Türkiye tekrar kendi içine kapanacak ve iç gerilimleriyle enerjisini tüketecekti.

1996 yılında, bir otomobil kazasıyla ortaya çıkan Susurluk skandalıyla devlet, mafya, siyaset üçgeninde derin devlet yapılanması ve faili meçhuller tartışılmaya başlandı. Hiçbirşey eskisi gibi olmayacak dendi. Ama teşkilat devredeydi.

1994 Refah Yol iktidarıyla, statükoyu sarsan bir yenilenme gerçekleşerek siyasi aritmetik değişmiş ancak güç dağılımında taşlar yerinden oynamamıştı. 28 Şubat 1997′de Refah Yol hükümetine karşı yürütülen ve aktörleri tarafından “Postmodern Darbe” olarak nitelenen 28 Şubat süreci demokrasiyi askıya aldı! Aynı anda yaşanan ekonomik istikrarsızlık ve yolsuzluklarla 20′yi aşkın banka 70 milyar dolarlık zararla batacaktı.

2001 ekonomik krizinin yaralarını sarmak için gönderilen süper bakan Kemal Derviş’in Dsp’yi bölerek yeni parti kurma hamlelerinin ardından Ecevit hükümeti dağıldı.
Adalet ve kalkınma partisi iktidara gelecek ve Avrupa Birliği sürecini hızlandıracak bir programla iş başı yapacaktı.

1 Mart 2003 tezkeresi reddedilmesiyle Türkiye’den tam destek bulamayan Amerika Irak’ı işgal etti. Siyasal ve ekonomik istikrar Türkiye’nin yeniden güç ve prestij kazanmasına imkan sağlayacaktı. Ancak Türkiye’nin 11 Eylül’ü gecikmedi. 15 Kasım 2003′te Sinagog, 20 Kasım 2003′te İngiliz konsolosluğu ve HSBC Bankalarına yönelik saldırılar, ahtapotun kolunun ne denli uzun olduğunu gösterecekti. Havaya yükselen sarı duman Türkiye’nin soluğunu kesecekti.

9 Kasım 2005 Şemdinli olayları, 5 Şubat 2006 Rahip Santaro cinayeti, 5 Mayıs 2006 Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırı, 17 Mayıs 2006 Danıştay saldırısı, 19 Ocak 2007 Hrant Dink suikasti ve 9 Temmuz 2008 ABD Başkonsolosluğu saldırıları teşkilatın ayak sesleridir.

Vatan adına öldürecek, vatan adına güç sahibi olacaklardı… Bu kez mutlu sonlarını yazamadılar. Türkiye Cumhuriyeti anayasal hükümetini devirmek ve demokratik dünyadan koparmak amacını güden, devlet içine kümelenmiş illegal bir yapılanmaya karşı operasyonlar başlatılacaktı.

Her dönemde büyük oyun, küresel iktidar savaşlarının hedefinde olan Türkiye kökleri geçmişin karanlığına gömülmüş, kendini bu toprakların kurtarıcısı ve sahibi sanan, hayali vatanseverlerin tutsağı olmaktan kurtulmaya çalışıyor. Bu ülke maskelenmiş yüzleri, kirli ilişkileri, faili meçhulleri çözmeden özgür olamayacak! Türkiye, vicdanıyla, tarihiyle, ezberleriyle yüzleşiyor. Aynadaki düşmanla son kozunu paylaşıyor.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Tanıdık Sesler - Ahmet Şahin Aksoy




1952 yılında İstanbul' da doğan sanatçı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi' nden mezun oldu. Bir süre özel sektörde yönetici ve Ankara Ticaret Odası'nda Dış Ticaret Şefi olarak görev yaptı. 1983 yılından bu yana, meslek olarak seçtiği seslendirme sanatçılığı dışında bir işle uğraşmadı. Seslendirme Sanatı adlı kitabın yazarı.

Kaynak: http://www.seslendirme.org/sanatcilar/ahmetaksoy.htm

14 Şubat 2012 Salı

Nisan Kumru - Seslendirme Sanatçısı & Spiker


Web Sitesinden Alıntıdır:

HAYATIN KOVUĞUNDA

“Uçurtmalarımızın tellere takıldığı zamanlar;
Çocukluğumuzun tellerde kaldığı günler yani.
Gittiğimiz kapılardan eli boş,
Gözleri dolu döndüğümüz yıllardı.
Racon bilmezdik.
Ödül törenlerinde adımız geçmedi.
Çekilişlerden yana bahtımız kapalıydı ezelden.
Şehir yüzümüze bile bakmadı.
Oysa cebimizde şiirlerle gitmiştik.”

Hayatımın bir yerinde; 28. yılımda, askerde, böyle dedim biyografim için; ilk kitabımı yazarken...
“Hayatta dikili ağacı, çekili klipi, yazılı kitabı, çıkarılı kaseti, alını cep no’su olmayan...” diye tanımlamıştım bir radyo programında; daha da önce...  

Sonra: “1973 Konya doğumluyum. Bitirilen Okul-Yapılan İş Bağlantısızları Grubunun ve Branşını Bırakıp Sevdiği İşi Yapanlar Konsorsiyumunun 10 yıldır mensubuyum. Babamın memuriyeti dolayısıyla olmasa da, mesleğim açısından Anadolu haritasında 9 yıldır çizdiğim yayı tamamlayarak İstanbul’da Haber dairesi çalışanı oldum.” diye yazmalarını söyledim, İstanbul’da; çalıştığım şirketin web’ine... 

Biyografimi özetlerken şimdi de: “30 yaşında sonra; evlenebilmiş, cep telefonu ve kredi kartı sahibi olabilmiş, henüz B ehliyeti olmayan biri” olarak tanımlıyorum.
Bu dört tanımlamadan “hayata geç kalmış biri”ni çıkarmak mümkün.
El içine çıkacak, eli yüzü düzgün bir biyografim olmadı, sayılarla aram limoni olduğu için, tarihlerle süslü teknik bir özgeçmiş yazamadım. Bu yüzden biraz kırpık, belki de makaslanmış konjonktürel bir biyografi denemesi yapmayı yeğledim.

1973 yılında Konya’nın Ilgın İlçesinin Göstere (Haritada ‘Köstere’ olarak geçiyor) köyünde doğmuşum. Bu dünyada bir yer kapladığımı ilk olarak Seydişehir’de fark ettim. Babam Seydişehir Alüminyum Tesislerinde işçi olarak çalışıyordu.

İlkokul orta ve lise öğrenimimi bu ilçede tamamladım. İlkokulda her Türk çocuğu gibi pilot olmayı istedim, ortaokulda öğretmen, Lisede hattat, yazar, tiyatrocu, radyocu ve televizyoncu olmayı birlikte istedim. İki yıl dershanelerde takılarak, yazılınca iki satır süren; Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tıbbi Laboratuar bölümümü tutturdum. Bu okulda yapılacak işler beni kesmedi. Çünkü her gün aynı işi yapıyor, hiçbir yeni şey üretmemize imkân verilmiyordu. Yurt’un suyunu mikroskop altında inceleyip bateriler keşfetmeye çalışırken, asistanlar veya odacı/hizmetli kadrosundan işe başlayıp sonradan laborant/fahri Parazitolog olmuş kişilerce, boğaz kültürü almada kullanılan çöplerin ucuna pamuk sarmaya götürülüyordum. Bu defa, büyüyünce ne olmayı isterim sorusuna başka bir cevap aradım. Okul sağlıkla ilgiliydi, biraz da anlıyordum bu işlerden, bari sıkı çalışıp Tıp Fakültesine gireyim dedim, yani doktor olmaya karar vermiştim. 
Okulum sağlıkla ilgili olduğu için doktor olmayı istedim.

Bizim okul Tıp’la iç içeydi, biz aşağı yukarı aynı dersleri alıyor, aynı laboratuarlara gidiyorduk, amma onların fiyakası bir başka oluyordu. Sınava hazırlık kitabı alıp çalışmaya başladım, bir konu çalıştım ve test çözdüm. Sonuçlara baktım, doktor olma kararından vazgeçmem 20 dakikayı bulmamıştı. Okul sonlarına doğru arkadaşlarla kültür sanat faaliyetlerini artırmıştık, sanat adamı olma damarım yeniden kabardı.
Bir gün okul bitti.

Başlarda cilalı sözlerle bize vaat edilen iş imkânlarından hiçbirine sahip olamayacağımızı anlamıştım. İki yıldır ailemden ayrıydım. Tekrar memleketime dönmem, bütün hayallerimin bitmesi anlamına gelirdi...

Kendimi bir yerel radyonun demir kapılı kapısında buldum. Kapıyı açan çocuğa, yetkili birini sordum, yetkili elindeki, el yazısıyla yazılmış reklâm metnini verdi “oku” dedi, okudum. “Yarın gel başla” dedi. 1994 senesiydi galiba Erzurum’da radyoculuğa başladım.

Bitirilen okul Yapılan iş bağlantısızları grubuna fahri üye olmuştum. Bir buçuk ay orada çalıştıktan sonra okuldan tanıdığım arkadaşlarımın tavsiyesiyle Malatya’da aynı sektörde çalışmaya başladım, sonra yine aynı yolla Gaziantep’te aynı sektörde çalıştım, sonra farklı bir sebeple memleketime döndüm.

Babam Seydişehir EAT’den emekli olmuş ve ailem Konya’ya taşınmıştı. Konya’da da aynı sektörde çalıştım. Bu bahsettiğim illerde Erzurum hariç 3’er yıl kaldım. Erzurum’da kalma yılım sadece iki idi. Onunda bir şekilde üçe tamamlanması gerekiyordu. Askerlikle o görevi de tamamladım.
Şimdi İstanbul’dayım işte.

Radyoculuğun ilk aylarından beri hep İstanbul’da olmayı istedim. İstanbul, bana geniş bir Anadolu parabolü çizdikten sonra nasip oldu. Yazının başındaki tanımlamaların bu özgeçmişle bağlantısını kuramamış olabilirsiniz. Radyo günleri linklerinden ulaşacağınız sayfalara göz atarsanız anlayacaksınız.

Bu parabol kocaman anı, tecrübeler ve dostlarla dolu...

9 Şubat 2012 Perşembe

Tanıdık Sesler - Payidar Tüfekçioğlu

Payidar Tüfekçioğlu, (d. 1962), Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı

Tiyatro sanatçısı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tiyatro bölümü mezunu. Konservatuvar eğitiminden sonra Devlet Tiyatroları'nda çalışmaya başlamıştır. Bursa Devlet Tiyatrosu, Antalya Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda çalışmıştır. 2009'da İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan emekli olmuştur.

Payidar Tüfekçioğlu' nun sesinden Ali Adnan Belgeseli

Alp Buğdaycı - Seslendirme Sanatçısı



Tanıdık seslerden Alp Buğdaycı' nın seslendirme örneklerine ve biyorgrafisine, web sitesinden ulaşabilirsiniz.

http://www.alpbugdayci.com

Siteden Alıntıdır:

Alp Buğdaycı, 21 Temmuz 1964’de doğdu. Halep'ten Antep'e göçeden ve sonra Diyarbakır'a yerleşen bir ailenin ikinci çocuğudur. İlk ve ortaöğrenimini Türkiye’nin değişik şehirlerinde tamamladı. 1980’de ailesiyle İstanbul’a geldi. 1981’de, haftalık müzik dergisi HEY’de muhabirliğe başladı. Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü'nden mezun oldu. Marmara Ünv. İşletme, İ.Ü. Sanat Tarihi ve Marmara Basın-Yayın'ı bitiremedi ve bu okullardan atıldı.

1982-1985’de Ulusal Basın Ajansı’nda (UBA), United Press International'da (UPI), Türk Haberler Ajansı’nda (THA), Ekonomi, Belediye, İçpolitika ve Adliye muhabirliği yaptı. 1986’da haftalık YeniGündem dergisinde röportajlar yazdı. Edebiyat Dostları dergisinde, 'Korkmaz Sönmez' müstear adıyla yazdı. 1987’de haftalık GölgeAdam gazetesinde Gençlik Sayfası hazırladı 1988'de günlük Söz gazetesi Kültür-Sanat sayfasında kitap eleştirileri kaleme aldı. Aynı yıllarda, aç ve işsiz kaldıkça anketörlük yaparak Anadolu'yu gezdi.

1989’da sınav yoluyla TRT’ye “Redaktör Spiker” olarak girdi ve gazetecilik mesleğine, sesi ve seslendirmeyi de ekleyerek devam etti. TRT radyolarında spikerlik yaptı. TRT1'de yayınlanan Gökkuşağı programını hazırladı ve sundu. Diyarbakır radyosuna sürgüne gönderildi.

Özel televizyonların ilk haber spikerlerinden biriydi. Televizyonu bırakıp Sinema-Tiyatro-Edebiyat çalışmalarına ağırlık verdi. 1992-1995 arasında, Tekand Studio'da oyuncu olarak bulundu.1996’da yayınladığı “Kan Sıcak Akacak” romanı, yayımından 1 hafta sonra, “halkın ar ve haya duygularını rencide ettiği” gerekçesiyle yasaklandı; 6 ay hapis cezasına çarptırıldı; cezası, “aynı suçu yeniden işlememek”, yani metni yayınlamamak kaydıyla, paraya çevrildi. İzleyen yıllarda yazdığı kitapları basacak bir yayınevi bulamadı. Hayatını reklam ve tanıtım metinleri yazarak ve dublaj yaparak kazandı.

2002-2005 yıllarında, seyahat ve kültür dergisi ATLAS’ta yazılar yazdı; bu dergi için, Romanya, Bulgaristan, İran, Hollanda, Almanya, Ukrayna gibi ülkelere ve Türkiye’nin başta dağları olmak üzere birçok bölgesine uzun yolculuklar yaptı. Bütün bu yıllar içinde, değişik dergi ve gazetelerde, röportaj, makale ve denemeler yayınladı.

Buğdaycı, 2001 yılında spikerlik mesleğine geri döndü. Ama bu kez ekranda değil, mikrofonda. Seslendirme Sanatçısı olarak sürdürdüğü meslek hayatı boyunca sayısız belgesel, reklam, tanıtım ve TV programı seslendirdi. Yönetmenliğini yaptığı, 2007 tarihli “Şehrin Arka Yüzü: Tarlabaşı” belgeseli, İZ TV'de ekrana geldi.

7 Şubat 2012 Salı

Doğru Nefes Tekniği - Bölüm II

Doğru Nefes Teknikleri - Bölüm I

Tanıdık Sesler - Sacit Onan


12 Kasım 2010 tarihinde aramızdan ayrılan Sacit Onan için hazırlanan web sitesine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.sacitonan.com/index.htm

Sitede Sacit Onan' ın biyografisine, fotoğraflarına ve belgesel seslendirmelerine yer verilmiş. Ayrıca reklam klip ve şiir seslendirmelerinden örnekler bulunuyor.

Siteden Alıntıdır:
Özgeçmiş1945 yılında İstanbul Rumelihisarı'nda doğdu. 12 yaşına kadar babasının devlet görevlisi olması sebebiyle Anadolu'nun doğusundan batısına çok çeşitli ilçe ve kentlerini dolaştı. Sanat hayatı, 1962 yılında tiyatro ve sinema çalışmalarıyla başladı. İstanbul Şehir Tiyatrosu aktör ve yönetmenlerinden merhum Sami Ayanoğlu'nun gözetiminde dublaj sanatçısı olarak ilk filmini seslendirdi. 4 yıl Türk Sineması'nda yönetmen asistanlığı ve özel tiyatro oyunculuğu yaptı.

1971 yılında açılan sınavı kazanarak TRT'de kadrolu spiker ve redaktör olarak görev aldı. O yılların yabancı belgesellerinden; Savaşan Dünya, Kaptan Cousteau ve İpek Yolu, yerli yapımlardan ise; Toprak ve İnsan, Keçenin Teri, Fırat'ın Türküsü, Su ile Gelen Kültür, Karadeniz' den Çeşitlemeler isimli yapıtlara ses verdi. Kır Yoksullarının Türküsü, Madenlerin Devletleştirilmesi, Balyanın Taşı Toprağı Kurşun ve Güney Antalya Projesi - Yasak Deniz gibi sosyal içerikli belgesellerde ise hem seslendiren hem de yönetmen olarak çalıştı.

1975 ve 1991 yıllarında, siyasi propaganda filmlerinin ( CHP- Ecevit Belgeseli, DYP, ANAP, Refah Partisi ve yerel yönetimleri) yapım ve yönetmenliği ile birlikte seslendirme çalışmalarını üstlendi. Atlı İmar Bankası reklamları, Adabank, "Macit Beni Otomobillendir" sloganlı İmar Bankası reklamı, Refah Partisi - 91 Kampanyası, TeleOn tanıtımları, AIDS - Sağlık Bakanlığı "Sigarayı Bırakma Kampanyası", İttifak Holding (10. Yıl) gibi sayısız akıllara yazılmış ve başarılı reklama imza attı.
Bugüne kadar; reklam filmi yapım ve yönetmenliğinin yanı sıra reklam filmleri seslendirme çalışmalarını da yürüten Sacit ONAN, ilk kez profesyonel olarak "Yere Düşen Yıldızlar" adlı Filistin Şiirleri albümüne imza attı. Başarılı yönetmenlik ve seslendirme çalışmaları kariyerine şiir albümünü de eklemiş oldu. 2004 ile 2009 yılları arasında Radyo 7, Marmara FM, Show Radyo ve TV5'te Canlı Yayında "Su Tadında" isimli şiir programı ve yorumculuğunu yaptı. Ayrıca Bursa Olay TV'de "Su Tadında -Vaktin Darağacında Şiir-" programını hazırlayıp sunmuştur. Başta seslendirme olmak üzere çalışmalarına devam etmektedir. Sacit Onan, 2 kız çocuk babasıdır.

Sacit Onan 12 Kasım 2010 tarihinde geçirdiği ani kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmıştır.

Yönetmenliğini yaptığı Filmler, Belgesel Çalışmalar ve Seslendirmeler:
(TRT'de yapılanlar)
Kır Yoksullarının Türküsü (Toprak Reformuyla ilgili)
Yasak Deniz (Güney Antalya Projesiyle ilgili)
Balya'nın Taşı Toprağı Kurşun
Kömür Karası Değil Yüz Karası (Madenlerin Devletleştirilmesi)
(Özel Yapımlar)
1975 Ecevit Belgeseli
1977 Cumhuriyet Halk Partisi Belgeseli
1991 Refah Partisi Seçim Kampanyası Televizyon Filmleri yapım ve yönetmenliği
1992 İmar Bankası "Macit Beni Otomobillendir" ve "Kır At Türkiye" Belgeselleri
1993 T.C. Sağlık Bakanlığı AIDS Kampanyası.
1993 T.C. Sağlık Bakanlığı Sigarayı Bırakma Kampanyası
1995 - 2009 yılları arasında 500 kadar Reklam Filmi
2006 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Sinop ve Samsun Belgeselleri Yapımı
2006 Gülümse Taş Duvar Belgesel Şiir Klibi
2008 ve 2009 Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel ve Yerel Seçimler Kampanya Filmleri yapım ve yönetmenliği.
(Seslendirdiği Yapımlar)
Toplamda 10.000'e yakın Belgesel, Tanıtım ve Reklam filmi
-İpek Yolu
-Savaşan Dünya
-Kaptan Cousteau
(Kişisel Yapımlar)
2004 ile 2009 yılları arasında Radyo 7, Marmara FM, Show Radyo ve TV5'te Canlı Yayında "Su Tadında" isimli şiir programı ve yorumculuğunu yaptı. Ayrıca Bursa Olay TV'de "Su Tadında -Vaktin Darağacında Şiir-" programını hazırlayıp sunmuştur.