14 Şubat 2012 Salı

Nisan Kumru - Seslendirme Sanatçısı & Spiker


Web Sitesinden Alıntıdır:

HAYATIN KOVUĞUNDA

“Uçurtmalarımızın tellere takıldığı zamanlar;
Çocukluğumuzun tellerde kaldığı günler yani.
Gittiğimiz kapılardan eli boş,
Gözleri dolu döndüğümüz yıllardı.
Racon bilmezdik.
Ödül törenlerinde adımız geçmedi.
Çekilişlerden yana bahtımız kapalıydı ezelden.
Şehir yüzümüze bile bakmadı.
Oysa cebimizde şiirlerle gitmiştik.”

Hayatımın bir yerinde; 28. yılımda, askerde, böyle dedim biyografim için; ilk kitabımı yazarken...
“Hayatta dikili ağacı, çekili klipi, yazılı kitabı, çıkarılı kaseti, alını cep no’su olmayan...” diye tanımlamıştım bir radyo programında; daha da önce...  

Sonra: “1973 Konya doğumluyum. Bitirilen Okul-Yapılan İş Bağlantısızları Grubunun ve Branşını Bırakıp Sevdiği İşi Yapanlar Konsorsiyumunun 10 yıldır mensubuyum. Babamın memuriyeti dolayısıyla olmasa da, mesleğim açısından Anadolu haritasında 9 yıldır çizdiğim yayı tamamlayarak İstanbul’da Haber dairesi çalışanı oldum.” diye yazmalarını söyledim, İstanbul’da; çalıştığım şirketin web’ine... 

Biyografimi özetlerken şimdi de: “30 yaşında sonra; evlenebilmiş, cep telefonu ve kredi kartı sahibi olabilmiş, henüz B ehliyeti olmayan biri” olarak tanımlıyorum.
Bu dört tanımlamadan “hayata geç kalmış biri”ni çıkarmak mümkün.
El içine çıkacak, eli yüzü düzgün bir biyografim olmadı, sayılarla aram limoni olduğu için, tarihlerle süslü teknik bir özgeçmiş yazamadım. Bu yüzden biraz kırpık, belki de makaslanmış konjonktürel bir biyografi denemesi yapmayı yeğledim.

1973 yılında Konya’nın Ilgın İlçesinin Göstere (Haritada ‘Köstere’ olarak geçiyor) köyünde doğmuşum. Bu dünyada bir yer kapladığımı ilk olarak Seydişehir’de fark ettim. Babam Seydişehir Alüminyum Tesislerinde işçi olarak çalışıyordu.

İlkokul orta ve lise öğrenimimi bu ilçede tamamladım. İlkokulda her Türk çocuğu gibi pilot olmayı istedim, ortaokulda öğretmen, Lisede hattat, yazar, tiyatrocu, radyocu ve televizyoncu olmayı birlikte istedim. İki yıl dershanelerde takılarak, yazılınca iki satır süren; Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tıbbi Laboratuar bölümümü tutturdum. Bu okulda yapılacak işler beni kesmedi. Çünkü her gün aynı işi yapıyor, hiçbir yeni şey üretmemize imkân verilmiyordu. Yurt’un suyunu mikroskop altında inceleyip bateriler keşfetmeye çalışırken, asistanlar veya odacı/hizmetli kadrosundan işe başlayıp sonradan laborant/fahri Parazitolog olmuş kişilerce, boğaz kültürü almada kullanılan çöplerin ucuna pamuk sarmaya götürülüyordum. Bu defa, büyüyünce ne olmayı isterim sorusuna başka bir cevap aradım. Okul sağlıkla ilgiliydi, biraz da anlıyordum bu işlerden, bari sıkı çalışıp Tıp Fakültesine gireyim dedim, yani doktor olmaya karar vermiştim. 
Okulum sağlıkla ilgili olduğu için doktor olmayı istedim.

Bizim okul Tıp’la iç içeydi, biz aşağı yukarı aynı dersleri alıyor, aynı laboratuarlara gidiyorduk, amma onların fiyakası bir başka oluyordu. Sınava hazırlık kitabı alıp çalışmaya başladım, bir konu çalıştım ve test çözdüm. Sonuçlara baktım, doktor olma kararından vazgeçmem 20 dakikayı bulmamıştı. Okul sonlarına doğru arkadaşlarla kültür sanat faaliyetlerini artırmıştık, sanat adamı olma damarım yeniden kabardı.
Bir gün okul bitti.

Başlarda cilalı sözlerle bize vaat edilen iş imkânlarından hiçbirine sahip olamayacağımızı anlamıştım. İki yıldır ailemden ayrıydım. Tekrar memleketime dönmem, bütün hayallerimin bitmesi anlamına gelirdi...

Kendimi bir yerel radyonun demir kapılı kapısında buldum. Kapıyı açan çocuğa, yetkili birini sordum, yetkili elindeki, el yazısıyla yazılmış reklâm metnini verdi “oku” dedi, okudum. “Yarın gel başla” dedi. 1994 senesiydi galiba Erzurum’da radyoculuğa başladım.

Bitirilen okul Yapılan iş bağlantısızları grubuna fahri üye olmuştum. Bir buçuk ay orada çalıştıktan sonra okuldan tanıdığım arkadaşlarımın tavsiyesiyle Malatya’da aynı sektörde çalışmaya başladım, sonra yine aynı yolla Gaziantep’te aynı sektörde çalıştım, sonra farklı bir sebeple memleketime döndüm.

Babam Seydişehir EAT’den emekli olmuş ve ailem Konya’ya taşınmıştı. Konya’da da aynı sektörde çalıştım. Bu bahsettiğim illerde Erzurum hariç 3’er yıl kaldım. Erzurum’da kalma yılım sadece iki idi. Onunda bir şekilde üçe tamamlanması gerekiyordu. Askerlikle o görevi de tamamladım.
Şimdi İstanbul’dayım işte.

Radyoculuğun ilk aylarından beri hep İstanbul’da olmayı istedim. İstanbul, bana geniş bir Anadolu parabolü çizdikten sonra nasip oldu. Yazının başındaki tanımlamaların bu özgeçmişle bağlantısını kuramamış olabilirsiniz. Radyo günleri linklerinden ulaşacağınız sayfalara göz atarsanız anlayacaksınız.

Bu parabol kocaman anı, tecrübeler ve dostlarla dolu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder