29 Şubat 2012 Çarşamba

Mehmet Atay' ın "Türkler Belgeseli" Sunumu


Ve dediler ki bir gün, binlerce yıl aldı senin yolculuğun
Bir suyun sesi vardı bir de rüzgarın, tarihe tarih denmeden önce
“Ol” dendiğinde çamur kıpırdandı
Balçığa gün vurdu, ışığa çıkmak istedi
Canlı suyu emdi kuru toprağa kök saldı, güneşi emdi göğe dal saldı
Balçıkta kalanlar vardı, ışığı görmek istedi, göz verildi
Işıktan kaçmak istedi, akıl verildi
Aklıyla övündüğü gündü tarihin başladığı gün
Aklını yönetenler o gün bir destan yazdılar
“Türeyiş destanı” dediler adına, yazıları, kitapları yoktu
Çocuk belleklerine yazdılar destanı, ama isimleri vardı
Diline geleni taşa kazımayı öğrendiğinde tarih, ismini de yazdı

Dağ eğildi de üzengi oldu asıldık, çeliği pek tutacak suyumuz vardı
Toynaklarında kıvılcımlı nalları atlarımızın
Sağrılarında çok bilişli ak kızlarımız
Oğlanlarımızla bir oynaştı pusatlarımız
Yanı başımızda Erkurumlu evdeşlerimiz
Kısraklarımızda bir nakışlı eğerlerimiz
Kopuzlarımızda iç çekişli mutyırlarımız
Yol tuttuk, iz sürdük, yurtlandık
Destanın başında Oğuz Kağan’dı adımız
Gün doğumunu sırtlanıp yürüyüverdik, Attila koyduk destanımızın adını

Bumin ve İstemi atalarından birlik öğüdü görmüş Bilge ve Kültigin
Dirlikmiş birliğin ödülü
Ben tanrıdan olma Türk Bilge Hakan,
Sözlerimi iyice işitin
Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum
Ve ilerde gün doğusuna, güneyde gün ortasına
Geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım
Türk milleti için gece uyumadım gündüz oturmadım
Kardeşim Kültiginle ölesiye yitesiye çalıştım, çabaladım
Halkı ateş ve su gibi birbirine düşman etmedim
Çıplak halkı giyimli kıldım, fakir halkı zengin kıldım
Güçlü devleti olandan, güçlü hakanı olandan daha iyi kıldım
Türk milletini düşmansız kıldım
Ey Türk milleti işit;
Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe
Senin devletini ve yasalarını kim bozabilir?!

Çökmedi mavi gök, delinmedi yağız yer
Güneş yaktı toprağı, güneş yaktı suları
İnsan göğe bakındı, insan yere bakındı
Tanrı beni unuttu mu? Tanrı beni unuttu mu?
Bir lokmaya bin ağız açıldı, bir yuduma ölüyorlardı
“Göç, göç” diyen kuşlar uyuyorlarmış, gagaları kanatlarına gömülmüş tekin
Gün beyleri oturdu, danıştılar
Bir susuz kara aygırlarına, bir sütü kesik analarına
Bir meyve vermez ağaçlarına, bir kıraç yere bakındılar
Su isterdiler, tanrının suyundan bir yudum su
Bakır bakışlıydı güneş, demir göz alıyordu
Çocuğun kirpiğinde toz, kadının saçında beyaz
Adamın sakalında güneş sarısı

Rüzgara tuttular yüzlerini
Gözlerini göğe diktiler de öyle yürüdüler
Taşları yalarken gökteydi bakışları
Ala çadırlar azaldı, kor ocaklar azaldı
Kara aygırlar düşüp kaldı, kuru bebeler toprak oldu
Yağmuru bulduklarında uzun bir yoldan gelmişlerdi
Uzun bir savaşa durdular
Yağmurun sahibi vardı, paylaşmıyorlardı

Ben Satuk Buğra Han
El aldım atam Bilge Kül Kadır Handan
Uzun yoldan yağmura geldim, yağmuru düşümde gördüm
Dudaklarıma serin serin değiverdi, alnımı bir aydınlık okşadı
Sordum, kimsin?
“MUHAMMED” deyiverdi, şahadetle nur indi

Yağmuru aldım, paylaştım
Alpdım Alperen oldum, soyuma elverdim, soyuma yasamı verdim
Rüzgarla koştu okları, nefesle yetti atları
Yandım deyene vardılar, yetiş deyene yettiler
Bir denizden bir denize, bir nehirden bir nehire at sürerek çoğaldılar

El aldım Selçuk atamdan, uzun yoldan geldim
Malazgirt’te durdum.
Ben Alparslan Han
Bir kılıcım var belimde, bir kısrağım var altımda
Ve dedilerki bir gün, demir dağı eritip
Anadoluda yeniden kıvılcımlanan ateşi söndürmek istemişler
Kor çeliğe su vermek gerekmiş, çünkü kalkanlar çiçekten örülmemiş

Selçuk atam hediyesi, Ertuğrul babam emaneti
Domaniç yaylağıma gelin, Söğüt kışlağıma gelin
Meğerki saraylar kurdunuz, meğerki şaraplar içtiniz
Meğerki atlaslar giydiniz, kan rengi yüzükler taktınız
Altın kabzalar kuşandınız Anadolu çilesinden
Ki biz, Kayı Beyleri Oğuzun
Anadolu’nun, toprak donumuzu giyeriz, demire su verir, çalarız çeliği mermer otağımıza
Çün; biz var idik, çün biz varız

Ben Ertuğrul oğlu Osman
Anadolu beylerinin beyi Osman… hele gelin
Devleti ebedi müddet
Sonsuza kadar adalet, sonsuza kadar devlet, sonsuza kadar hürriyet, sonsuza kadar millet

Sancağa hilali nakşeden kim, denize karadan yürüyen kim?
Alevi semadan düşüren kim, çağ açıp çağ kapayan
Toy kurup tuğlar diken, fethedip İstanbul’u Osmanlı kılan Türk kılan kim?
Açtığımız kapı bize muştulanmıştır, kilidi kıran ele kutlular olsun
O el nerdedir
O el toplarımızla dövdüğümüz hisarda, hisarın kana boyanmış enkazında
Hala sımsıkı tutar kılıcı, şahadet tebessümü dudaklarına
Armağan olsun elin sahibine, Ulubatlı Hasan’ı veren Anadolu’ya
Çün İstanbul onundur artık
Bu kapıdan yürüsün güneşe, bu kapıdan yürüsün geleceğe
Batıdan doğuya, doğudan batıya
İlmimizle geldik ilmimizle, inancımızla geldik inancımızla
Kanunumuzla geldik kanunumuzla, adımızla geldik adımızla yaşayalım

Atam Oğuzun oğulları durup oturmadı, güneşi sırtlanıp batıya yürüdüler
Serin rüzgarı göğüsleyip, kuzeye yürüdüler, suyun kokusunu alıp güneye yürüdüler
Vedalaştıkları yerde sözcüler bıraktılar, tarihe tanık bekçiler bıraktılar
Dört yöne tanıklar bıraktık
Gün geldi dört yönden kuşatıldık
Can evimizden vurmaktı niyetleri, asırları hafızamızdan silmekti
Şah damarında cenge tutuştuk Osmanlı’nın, tırnağımızla yırtıyorduk boğazımıza uzanan pençeleri
Demir parmakları kırıp suya gömerken tarihe Mustafa Kemal adını yazdık

Atlılar… atlılar hiç uyumadılar, kara kalpaklarını alınlarına düşürdüler
Yolun sonuna baktılar, gördüler
Arkadaşlarını yol üstünde bir ağacın yamacına, kardaşlarını buz tutmuş siperlerde
Çocuklarını öfke yutmuş düşman elinde, analarını iki elleri Allah’a açılmış bıraktılar
Babalarıyla zaten cephede helalleştilerdi
Hiç ağlamadılar, hiç uyumadılar
Bir soğuktan gözleri yaşardı, bir de alevli güneşten
And içmişlerdi
Titrek elleriyle Sevr’e gidip, kelle kurtarmak için imza atanlara
Zavallı canı için ata yurdunu İngiliz’e, Yunan’a, Fransız’a, İtalyan’a peşkeş çekenlere
Utanmadan dönüp gelenlere hesap sormaya and içmişlerdi

Rütbelerini İstanbul’da bıraktılar, artık Mustafa Kemal’in ordusuydular
Türkün ordusuydular…
Değil mi ki son kurşunu kuşaklarına sokup, kurşunu yoksa yabasını sırtlayıp, orağını tırpanını bileyip
Kuvva oldular, artık halkın ordusuydular, Ankara’nın ordusuydular
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ordusuydular
Rütbelerini Başkomutandan aldılar

Ve dediler ki
“Bir gün dönüp geriye baktığında meçhul gölgeler görmeyeceksin. Yol yürünmüş ayak izlerin kalmıştır”
Kurdun gölgesi batıya uzandığında ayağında zincir yüklü soydaşımı anlattım oğluma
Diline pranga vurulmuş ozanların türküsü için hayır diledim
Manas’ı çığırırken niye ağlıyorlar anlattım gücüm yettiğince
Ergenekon niye yasak, bir bir anlattım oralarda
Başkomutanımın özgürlük aşkıyla hatırladım ata topraklarımı
Toprak, Kızıl Elmaya uyandığında dile gelip konuştu
Bir ağaca özsu verdim dedi dallarına sızdırdım
Sızan özün kokusundan tanışasınız diye
Binlerce yıllık birlikte, birkaç günlük ayrılık nedir ki ?
Bir ağacın yaprağı sararıp dökülse de dibine düşer
Bir ağacın yapraklarıyız biz, yazı kışı birlikte yaşadık, birlikte yaşarız

Ve dediler ki köşe başlarındaki pusular güneş altındadır
Yol arkadaşlarından geride kalanlar da olacak, hala ayaklarına dolananlar da
Batıya çıkan yolu yürüyüp gelen sensin, kuzeyde üşüyen, güneyde terleyen sensin
Doğudan yürüyüp gelen de sen değil miydin ?
Geldiğin yolda senin için işaretler var
Şimdi daha hızlı yürümelisin
Yorulana bakıp üzülme, yoluna çıkana bakıp umudunu yitirme
Bugüne kadar her şey yazıldı, şimdi sen yazıyorsun Tarihi
En büyük Türk’le, Atatürk’le yazıyorsun
Ve dedi ki
“Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder